LOUDİNGİRRA

Her insan bir dünya deriz; her insanın hayatının ilginç olduğunu da düşünürüz çoğu zaman. Oysa öylesine benzer hayatlar yaşarız ki birinin hikayesini dinlerken “aynı ben” dediğimiz bile olur. Oysa duygular zengindir, çeşitlidir, azadedir. Bizim farklılıklarımız; duygularımız ve hayallerimizdir.

Bizim gibi kapalı toplumlarda yetişmiş kişiler, muhayyilesini dahi anlatmaktan aciz iken bunu gerçekleştirmek için yollara düşmüş cesur kişiler de hikayeler ve hatta efsaneler yazar.

Hikayesi olan insanlar vardır. Biz bunları ilgiyle takip eder, izler, okuruz. Onlara bizden biri gibi değil, cesaretlerine hayran kalarak bakarız. Keşke yakından tanısaydık, oturup birkaç saat geçirebilme zamanımız olsaydı, neler sorardık? Belki yüzlerce soru gelirdi aklımıza. Hayranlıkla izler, hiç susmasın isterdik. Hayatımızın bir yerinde olsunlar, arada sohbet imkânımız olmasını dilerdik. Belki inceden kıskanırdık, hiçbir zaman onlar gibi olamayacağımızı düşünüp, gıpta ederdik.

Sizlere bahsetmek istediğim kişi; günlerdir araştırdığım ve inanılmaz bir hikayeyle karşılaştığım, roman okur gibi heyecanlı bir dünyayla tanıştığım, Loudingirra Özdemir.

Loudingirra; Sümer uygarlığında 23 kil tablete metin yazmış bilinen ilk şair. Bu tabletlerin önemli bir kısmı İstanbul Arkeoloji Müze’sinde bulunuyor. Yıllar önce Oğlak Yayınlarının yayınladığı bir edebiyat dergisine de adını vermiş Loudingirra. Ancak bu kadarla bitmiyor, “100 ülkede 100 türkü çığırmak” diyerek yola çıkan genç bir seyyahın da müstear ismi Loudingirra.

Kim bu Loudingirra Özdemir?

Yüz ülkede yüz türkü çığırmak ve yüz hikâye toplamak için geri dönmemek üzere yola çıkmış genç bir seyyah. İspanya, Brezilya, Fransa, Hollanda, İsviçre ve daha birçok ülkeyi gezmiş, dört yıldır vatanından uzakta, memleket hasretini yanından ayırmadığı “püsküllü yoldaş” ismini verdiği bağlamasıyla gidermeye çalışan bir aşık. Loudingirra geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelmiş ve dört yıldır ‘dönmemek üzere’ dediği seyahatine ülkesinden devam etmekte. Dünyanın en ilginç hikayelerini bu dört yılda toplamış, sazını konuşturduğu gibi cümleleriyle de kendisine hayran bırakan genç gezginci, sevenlerine İstanbul’dan “merhaba” diyor.

Konya Beyşehir’de doğmuş, dört yılda otuzdan fazla ülke gezmiş, parası ve banka hesapları olmadan günü birlik yaşıyor, temel ihtiyaçlarını sokaklarda çaldığı enstrümanlarla elde ettiği parayla karşılıyor. Tanımadığı insanların evinde konaklayarak yaşamına devam ediyor.

Neydi Loudingirra’yı evinden ailesinden düzeninden kopararak dönmemek üzere yollara revan eden?

Kaçıyor mu? Arıyor mu?

21. yüzyılın dervişinin derdi neydi? Varmak mı? Yolda olmak mı? Her gittiği ülkede yeni bir dil öğrenerek düşünce dilini küçülttüğünü düşünüyor, ancak gitmekten vazgeçemiyor.

Muhafazakâr, Sünnî bir aileden geliyor, kendisini; ilahiyatçı, felsefeci ve gezgin olarak tanımlıyor. Her ne kadar kendisini belli kalıplar içinde tanımlamayı reddetse de kendi söylemleri bu şeklide. Diniyle inancıyla mesleği ile var olmadığını, sadece “var” olduğunu dile getiriyor.

Ailesi ve ismi sorulduğunda, aile bağlarının çok iyi olmadığını babasının peşinden camilere giderek büyüdüğünü, projesinden ailesinin haberi olmadığını anlatıyor.

“Babamın peşinden, sabah namazına koşuşturan o çocuğun anılarını yad etmek için, Orta Doğu camilerinde dindar bir Müslüman’ım. Paris’te Descartes hakkında tartışan bir felsefeciyim. Amsterdam’da esrarlı kafayla bisiklet süren bir turistim. Konakladığı her ülkede tek gecelik ilişkisi olan çapkın bir erkek, iki tane iri mavi göz uğruna, bir ülkede altı ay süreyle yerleşik hayat yaşayan romantik bir aşık. Vatansızlığım aklıma düştüğünde, bağdaş kurup yanımdan ayırmadığım sazımla türkü çığıran bir müzisyenim ve henüz sırası gelmediği için anlatamadığım birçok şeyim. Elimde saz var diye beni türkücü, deyiş söylüyorum diye Alevi, esrar çekiyorum, içki içiyorum diye ayyaş, Tanrı’yla kendi üslubumla konuşuyorum diye inanç değerleriyle dalga geçen bir kadir zannetme. ‘Gerçek adın ne?’ diye sorma. ‘Memleket nere?’ sorusunu sorma. Beni bir kalıba sokma!” diyerek, ailesiyle bağlarının koptuğunu anlatıyor.

Rahatsız olduğu soruları sıralıyor bir bir. Yargılanmadan önce insan olduğunu haykırıyor. Ben insanım diyor, günahıyla, vebaliyle insanım.

O bu yola çıktığında her insan kadar korkak, her insan gibi utangaç ancak birçok insandan daha cesurdu.

Bu kadar zengin bir kişiliği ve yaşadıklarını anlatmaya kelimeler yetmez muhtemelen. Belki kendi kelimeleri de yetmeyecektir, duygularını ve yaşadıklarını anlatmaya.

İnstagram hesabında İstanbul’a geldiğini ve konakladığı bir ailenin yanında yazdıkları; içinde bulunduğu haleti ruhiye yi açıklıyor.

Yaşadıkları, var olmanın sancıları, yolun acıları, geride kalanlar, varacağı yerler, biriktirdiği hikayeler, dilini unuttuğu anlar, bir sonraki günün getirecekleri…

Yüz ülkede yüz türkü çığırmak; dilerim hayalin gerçekleşir ve sen aradığını fazlasıyla bulursun güzel insan…

 

 

BELEDİYELER

EKONOMİ