ESKİDE OLAN NE İDİ, YENİDE OLMAYAN NE?

Eskiden olan hiçbir şeyin tadını artık eskisi gibi duyumsamıyoruz. Eskiden büyük merakla beklenen, yine yapmak için can attığımız birçok şey, faaliyet, bizler adına nedense “boş şeyler”, “beyhude” olarak değer görmeye başladı. Etrafımdan yıllarca böyle şeyleri işittim. İnsanların bazıları, diğerleri için sıradan olan, yapmadıklarında boşluğa düşecekleri birçok şeyi uzun zamandır yapmadıklarını dillendirir olmuşlardı.

Neden acaba? Mesela yıllar önce çok kez duymuştum… Hatta yeri geldiğinde tekraren duyduğum oluyor… Çoğu insan, artık haberleri izlemediklerini (televizyonda haber kanallarını seyretmediklerini, hatta artık televizyon bile izlemediklerini ifade ettiler.), gazete okuma ile olan bağlarını çoktan kopardıklarını söylediler/söylüyorlar. Böyle durumlarda bu gruptaki insanlar, otomatiğe bağlanmış eylemlerini yapmaya devam edenler için kim bilir ne tuhaf kaçıyordur? Ne bileyim, kendilerince “haber izlememek de neymiş, gazete okumamak da neymiş…” minvalinde değerlendirmelerde bulunuyorlardır.

Tamam da… Gerçekten de eskiye ait ne kaldı? Dikkat ediyor musunuz, zaman ilerlemesine rağmen, çağlar devrilmesine rağmen, hız odaklı bir hayat sürdürmemize rağmen, neden ve niçin dünya vatandaşları olarak mutsuzuz? Dikkat edin, sadece Türkiye’mizde değil genel manada dünyada bir saadetsizlik, huzursuzluk, geleceğinden emin olamamak, gelecekte kendisini nelerin beklediğinden “bihaber olmak”…

Gerçekten de dünyanın az gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarının hemen hemen hepsinde, hayat koşulları gelinen “medeniyet eşiği” bağlamında çok çetin ve meşakkatli. Burada durup düşünmemiz gerekmiyor mu? Bu raddede medeniyet gelişirken ve medenî gelişmeler teknolojik değişmelerle beraber hayatın tüm katmanlarında hem iktisadî hem de fennî/bilimsel ilerlemelere vesile olabilirken, insanlar fert bazında da toplum bazında da mutsuz. Bu mutsuzluk, sanırım sadece kelimenin etimolojik değeriyle de geçiştirilemez. O boyutlarda ezbere bir yaşamın mahkûmları olmuşuz ki… Sabah başlanan “hayatta kalma mücadelesi” sonucunda, evlerimize iltica etmemiz ile beraber, öte yandan huzuru bulacağımız yerlerde de sorunlar katmerleşiyor.

*  *  *

Yazının başında televizyon seyretme alışkanlığından söz etmiştim. Geçmiş yıllarda televizyon ekranının icat edilmediği ve yaygınlaşmadığı dönemlerde, belki de en büyük eğlenme ve haberdar olma/bilgilenme cihazı radyolar idi. Sizler de çokça duymuşsunuzdur; illaki yakınınızda berinizde hatıralarını “büyük bir özlem” ile dillendiren, geçmişte yaşanan o güzel anların tadını tekraren dile getirirken, yeniden mutlu olan insanlarımızın o büyük coşkularını ve ikrarlarını… Gerçekten de radyonun ana fenomen olduğu yıllarda, tek haberdar olma aygıtı olması hasebiyle buradan duyulacak haberlerin ve bilgilerin önemi farklıydı. Görsel unsurların olmadığı yıllarda, sadece işiterek bir şeylerden haberdar olma, gerçekten de o dönemin insanlarında daha başka bir farkındalık oluşturuyormuş.

Bugün, gerçekten de 1950’lili yıllar açısından da 1960 ve 1970’li yıllar açısından da, ülkemizde ve dünyada pek çok şey değişti. Birçok uluslararası örgütlenmeler ve organizasyonlar tesis edildi ve dünyanın daha “yaşanabilir ve çekilebilir” olması adına bu kuruluşlar/kurumlar kendilerine tahsis edilen kadro ve mali kaynaklar etrafında çalışmalar ifa etmekte ve raporlar yayımlamaktalar. Heyhat! Ama gel gör ki bu raporların ve çalışmaların istatistikî değerleri de göstermekte ki insanlar, yıllar geçtikçe “derinleşen” eşitsizliklere ve kederlerle örülü bedbahtlıklara sürüklenmekteler. Huzurun ve mutluluğun olmadığı yaşam yerlerinde, doğal olarak hem bireysel hem de toplumsal kaos ve kargaşa hâlleri tezahür ediyor. Böyle coğrafyalarda kamu düzenini ve toplumsal barışı inşa etmek, gittikçe zorlaşıyor.

Aslında hayatı zorlaştıran ne? İnsanlar, yine “insan türü” olarak yaşamı, diğerlerine kendileri gibi olanlarına zorlaştıran, cehennem azabına dönüştüren en büyük, hatta tek faktördür. Geçmiş dönemlerde de büyük ihtimalle savaşlar, insanların kendi türünden bir canlıyı yok etmesi, paylaşım savaşları vb. hadiseler vardı; ama bu raddede yıkıcı ve yok edici miydi? Orası tartışmalı. Dikkat ederseniz, dünyanın yüzde biri, sermayeyi ve diğer stratejik maddeleri ellerinde tutunlar daha müreffeh ve mutlu bir yaşamı “görünürde” sürdürürken; geri kalan, ezici yüzde doksan dokuzluk bir çoğunluk kitle, bahsettiğim üzere derinleşen ve kronik hâle bürünen sıkıntı ile keder, elem ve mutsuzluk deryasının içinde debelenmekte. Hayat, tutunamayanların arayışları ekseninde böyle sürgit nereye kadar monoton bir devinimi kaldırabilir?   

BELEDİYELER

EKONOMİ