ÇOK ÇALIŞIYORUZ ORASI KESİN! BİZ İŞKOLİK MİYİZ?

Şurası bir gerçek… Dünya ölçeğinde baktığımızda, haftalık olarak en fazla süreyle çalışılan ülkenin Türkiye olduğu “su götürmez bir gerçeklik.”

Yanlış bilmiyorsam, iş kanuna göre Türkiye’de haftalık çalışma süresi 45 saat.

Daha önce bu hususta yazdım… Çok çalışıyoruz da “işkolik” miyiz, onu sizin değerlendirmenize bırakıyorum.

Acaba maksat çok mu çalışmak? Yoksa yeterince ve VERİMLİ bir düzende işini bihakkın yerine mi getirmek? Televizyonda haber bültenlerinde izliyorsunuz, sürekli aynı name tekrarlanıyor: işletmeler, küçük esnaf çalıştıracak eleman/personel bulamıyor diye…

Tamam da, “kurumsal işletmeleri-firmaları” dışarıda bıraktığınızda, çoğu işyerinde çalışma süreleri neredeyse 10-12 saat çerçevesinde… Üzerine bir de işçi/işgören istihdam etmenin maliyetleri artınca, işyerlerinin çoğunluğu vardiya usulünde bile kısıtlamaya giderek, iki vardiya üzerinden mümkünse 12 saat çalışma düzeninde faaliyetlerinin devamına yöneliyorlar.

Böyle bir sistemde insanlara seçme şansı bırakmıyorsunuz. Düşünsenize, bir insan çalışma hayatının dışında aynı zamanda sosyal yaşamın gereği olarak farklı rollerde ve statülerde varlığını sürdürmek mecburiyetinde. Çalışma yaşamı içinde saatlerce çalışan bir makine operatörü, iş dışında fabrika/atölye dışında eğer bir ailesi ve çevresi varsa farklı rollere ve statülere sahip.

Gerçekten de bugün itibariyle özel sektörde kanımca “haddinden fazla çalışma süreleri” olduğu gibi, yine artan işgücü maliyetlerinden dolayı, daha az kişinin istihdamıyla daha çok iş üretme derdinden ötürü, mevcuttaki insan kaynağı daha ağır iş yükünün altında “ezilmekte”.

Ne yapmalı?

İnsanlar vadeli bir ömür içinde sürekli çalışmak mecburiyetinde mi bırakılmalı? Çalışan insanların da bir “özel hayatının” olduğu hatırlardan çıkarılmaması durumunda, emekçi insanların da boş zaman aktivitesine sahip olmaları gerektiği açık yüreklilikle görülecektir.

***

YOUTHALL, “çalışma süreleri ve modeli” adlı bir araştırma yapmış. Online olarak yapılan araştırmaya 241 şirket ve 1130 genç katılmış. Araştırmada, Türkiye'de gençlerin haftada 4 gün çalışmak istediği bulgusu ortaya çıkmış. Gençlerin büyük bir kısmı günde 6 saat çalışmaya olumlu bakarken, şirketlerin çoğunluğu çalışma saatlerinin azaltılmasına yeşil ışık yakmış. Günümüzde gençlerin dörtte üçünün 5 gün çalıştığının belirtildiği araştırmada; çalışan gençlerin yüzde 88.9'u haftada 4 gün çalışmak isterim derken, günde 6 saatlik çalışmaya olumlu bakanların oranı ise yüzde 83 olmuş. Kadınlar arasında bu oran yüzde 87 ile ortalamanın üzerinde bir seviyede kalmış.

Araştırmaya katılan genç çalışanların yüzde 12,1'i 7 saat, yüzde 57'si 8 saat ve yüzde 30,7'si 9 saat ve üzerinde çalıştığını belirtmiş. Gençlerin yüzde 33,2'si, bir başka ifadeyle her 3 gençten 1'i mesai süresinin aşıldığını ifade ederken, bunların yaklaşık yüzde 25'i ise mesai aşımının haftada 10 saat ve üzerinde gerçekleştiğini aktarmış. “Fazla mesai ücreti alıyor musunuz?”, sorusuna ise mesai yapanların yüzde 80,2'si herhangi bir ek ücret almadıkları yönünde cevap vermiş. Mevcutta çalışan gençlerin yüzde 54'ü çalışma hayatından mutlu olduğunu ifade erken, yüzde 46'sı kendisini mutsuz hissettiğini söylemiş. 25 yaş üzerindeki çalışanların kendilerinden genç olanlara kıyasla daha mutsuz çalıştıkları yüzde 51 oranıyla ortaya konmuş.(1)

 

Vallahi rakamlar/sayılar ortada. Hani bazen deriz ya, matematik, sayıların dili “yalan” söylemez diye. Eğer tabii siz rakamlara “takla attırmaz iseniz” rakamlara güvenmek lâzım gelir.

Tekrar etmeye gerek yok. Her şeyden önce çok çalışıyoruz ama hem az istirahat vaktimiz var hem de ele geçen ücret/kazanç ülkenin yaşam şartları göz önüne alınınca, “insanca yaşam sürmeye” yeter mi yetmez mi, ben polemiğe girmek istemiyorum. Zaten sürekli değişen ve dönüşen iş dünyasının hızına yetişemiyorsunuz ve buna istinaden çalışma yaşamının bu döngüden etkilenmemesi dahi düşünülemez. Kendi adıma söylersem, teknolojiden “çok haz” ettiğimi ifade edemem. Zaten inanın, hayata geçen yenilikleri ve teknolojik bazlı değişmeleri takip edebilmeniz “ân itibariyle” çok da mümkün olamıyor, eğer meslek gereğince teknolojinin içinde değilseniz.

Bir yandan, zorlaşan yaşam koşulları…

Öte yandan, burjuvazinin tek yanlı kendi çıkarlarını gözeten ekonomik sistemlerden dolayı emekçinin fazla seçme şansının olamaması…

***

Esasında, dikkat ediyor musunuz?

Hep bir fasit dairenin içine hapsoluyoruz ve burada debelenip duruyoruz ama encamımız (son) değişmiyor… Konuşuyoruz, tartışıyoruz, irdelemeler yapıyoruz, taşı gediğine koyuyoruz ama nihayetinde iş “kuvveden fiile” geldiğinde…

ELDE VAR SIFIR!

Gerçekten de şöyle baktığımızda, hayatın farklı kademelerinde ve merhalelerinde vuku bulan veya cereyan eden/edecek şeylerin eninde sonunda ekonomiyle-iktisadiyatla ilişkisi var ya da bu cereyanlar en son tahlilde ekonomiye gelip dayanmaktadırlar. Ülkemizde her ile meslek yüksekokulları ya da her ile üniversite açmak acaba ne kadar etkin bir girişimcilik? Buradan şu çıkmasın, gençler gidip okul okusun ama gerçek dünyaya/hayata katıldıklarında, imgeledikleriyle bulduklarının bambaşka olduğunu gördüklerinde, sukutuhayale uğruyorlar.

Sıkıntılar belli… Problemler ortada…

İŞSİZLİK VE İSTİHDAM bir sıkıntı ve sorunun en katmerlisi. Genç nüfusumuz çok fazla. Hâlihazırdaki çalışma koşulları da ortada, insanlara şartlar bunlar deniyor; ya çalışırsın ya da kapı orada. Gerçekten de müreffeh bir devlet ve toplum olmaya baş koyduysak, bu gerçekten de planlı ve programlı bir kalkınma ve ekonomik bir sistemle ancak “kotarılır”. Bu yazdıklarımdan şu çıkmasın! İnsanlar çalışmasın mı? İnsanlar tembellik ve miskinlik mi yapsınlar? Benim demek istediğim “hem …. hem” bağlaçlı cümlede anlam bulan şeydir:

Hem insanca çalışalım hem de boş zaman vakitlerimiz olsun. Bu talep edilen çok fazla bir şey mi? Dediğim gibi çok fazla saatlerde çalışarak biz şimdi “işkolik” miyiz? Mutsuz ve verimsiz insanların çalıştığı yerlerde, bu insanların meydana getirdiği oluşum yığındır, istemsizce ve gayesizce verilen işi bitirmenin “derdindedirler”. O çok cafcaflı insan kaynakları yönetim gurularının veya moda ve modern dönem İK (İnsan Kaynakları) uygulamalarının motivasyon ve işe olan sadakatte ne kadar etkin oldukları da, zaten yayımlanan raporlarda yaldızlı yaldızlı görünmektedir!

Gerçekten de çalışma hayatının çalışma barışı ve huzuru ayaklarında yükselmesi için, insan kaynaklarının; kâh gençlerin kâh orta yaş kademesindekilerin her şeyden önce yaptığı işten haz almalarının sağlanması ve verimliliklerinin yükseltilmesi gerekir.

Sizce, bu her hâlükârda “çok çalışarak” mı olur;

Ya da insanca çalışarak mı olur?

 

 

BELEDİYELER

EKONOMİ