SÖMÜRGECİLİĞİN KANLI TARİHİ

Tarihte sömürge kurmak, büyük toprak sahibi olmak, büyük devlet olmanın temel şartı olarak görülmüştür. Endüstrinin gelişmesi, nüfus artışı, hammadde kaynaklarına ve mamûl eşyanın sürülmesi için pazarlara olan ihtiyaç olunması, Avrupa dışına taşıma zorunluluğunu göstermiştir. İlkin Fransa’da başlayan yeni bir sömürge imparatorluğu girişimi, bir ateşli hastalık gibi diğer Avrupa memleketlerine bulaşmıştır. Sömürgeciliğin kanlı tarihinin perdesini aralayan özel dosya haberimiz.

SÖMÜRGECİLİĞİN KANLI TARİHİ

İnsanlık tarihinde derin izler bırakan sömürgecilik, Batı uygarlığının bir ürünü olarak ortaya çıkar. Teknik, bilimsel ve siyasi gelişmeler güçlü devlet yapılarını doğurmuş, bu güç yeni yollar ve yeni enerji merkezleri aramaya yöneltmiştir.

15. yüzyılda Rönesansla başlayan Avrupalılık bilincinin ortaya çıkmasının ardından, 16. yüzyıl, coğrafi keşiflerin hız kazandığı ve ardından sömürgecilik faaliyetlerinin şekillenmeye başladığı dönem olur. Bu dönemde matbaa, barut ve pusulanın kullanılmaya başlanması Avrupalılar lehine önemli bir üstünlük sağlar. Düşünce özgürlüğü kapsamında yönetimlere muhalif söylemlerin matbaa aracılığıyla yaygınlık kazanmasına rağmen, pusula ve barutun önemli hâle gelmesiyle keşif ve muharebe gücünü artıran Avrupa devletleri, bu üstünlüklerini kıta Avrupa’sı dışında sömürgeler oluşturma vasıtası olarak kullanırlar.

Avrupa ülkeleri içinde 15. ve 16. yüzyıllarda Hindistan ve Cava’ya kadar giderek sömürgecilik faaliyetlerine ilk başlayan ülke Portekiz ve hemen ardından İspanya gelmektedir. Daha sonra Fransa, İngiltere ve Hollanda bunları takip etmiştir.

Haçlı seferleri yoluyla Doğu’nun gizemli hazinelerine ulaşmak isteyen Avrupalıya kapıyı Türkler kapatınca, kendilerine aksi istikamette, çok daha uzaklarda, âdeta Türklerden kaçarcasına sömürülecek yerler araştırdılar. Başka bir ifadeyle, Avrupa'nın içerisine hapsolmuş bulunan Batılının yeni bir çıkış bulması gerekiyordu. Zira Osmanlı'nın Akdeniz'e olan hâkimiyeti ve karayollarını tutmuş olması, tutulan çıkışlar dışında bir yol bulmayı gerektirmiştir ki, bu sebeple Ümit Burnu dolaşıldı ve ekmek kadar ihtiyaçları olduğu Amerika’ya yeniden ulaşıldı. İşte denizaşırı bu yerler sömürünün en dehşet boyutu ile yaşandığı coğrafyalar olmuştu.

Yeni yerlerin keşfi esasında işgali, kapitalist gelişme doğrultusunda siyasî ortamı da hazırladı. 16. yüzyıla gelindiğinde, feodalizm ve malikâne sisteminin egemenliği sona ermişti. Merkezi monarşiler yeni yeni ortaya çıkıyordu. Dahası, denizaşırı pazarlar tek bir hükümdarın denetiminde değildi ve Papalık'ın denizaşırı pazarlara el koyma çabaları Protestan Reformasyonu'nu körüklemekten başka bir işe yaramadı.

Kısacası, bir yetki boşluğu vardı ve yükselen tüccar sınıfı bu boşluğu enerjik bir biçimde değerlendirerek denizaşırı pazarlarda kapitalist bir gelişim süreci başlattı. Hatta bu gözü açık ve para canlısı tüccar sınıfının can çekişen Avrupa Feodalizminin içine sızmasının, eski düzene vurulan son darbe olduğu da söylenebilir. Artık burjuvanın egemenliğini sürdüreceği devrin temelleri atılmaktaydı. Bu egemenliğin zenginleşmesi sürecinde yaşanan vahşetler ve soykırımlar bugünkü Avrupa medeniyetinin kan ve gözyaşı akıtarak, yer üstü ve yeraltı kaynakları kepçeleyerek sağlandığını bize göstermektedir.

Batılıların Amerika kıtasını tamamıyla sömürgeleştirmeye çabaları, bütünüyle neredeyse boş bir toprağı işgal etme meselesi değildi, çünkü bu hadiseden oldukça gelişmiş durumdaki Meksika ve Peru'nun Aztek, Maya ve İnka kültürleri de yok oldu. Kızılderili ırkının katliamı ise, Batılıların tarihin sayfalarına attıkları kara lekelerdi. Elbette bu onların yapmış oldukları ne ilk ne de son katliamdı. Zira bu katliamların arkasında kendisinden başkasını insan olarak görmemek yatmaktadır. Bu zihniyetlerini, coğrafi bilgilerini içeren ve aslında zihniyetlerinin bir haritası olan, çizmiş oldukları coğrafi haritada görmek mümkündür. Harita bir kez çizildikten sonra artık sıra onu gerçekleştirmeye gelmiştir. Bu sömürülen coğrafyaların haritası kanla boyanmıştır, varak olarak ta gözyaşı ve alın teri ile parlatılmıştır.

Avrupalı devletlerin bugünkü gelişmişlik düzeyine erişmelerinde sömürdükleri ülkelerden kendilerine taşıdıkları yer altı ve yer üstü kaynaklarının büyük payı vardır. Avrupalılar Roma İmparatorluğu sonrası güçlü bir imparatorluk kurmak; bu İmparatorluğu öteki diye tanımladıkları; kendilerinden olmayan, kendilerine benzemeyenlere karşı kullanmak istemişlerdir. Durum böyle olunca ötekinin değer yargıları, hayat anlayışı ve dünyayı algılama biçiminin hiçbir değeri olmamıştır.  Batı, dünyayı Avrupalılaştırırken, Avrupalılığı da evrenselleştirmektedir. Bu durumu gerçekleştirmek için de sömürecekleri ülkede yerli kompradorlar bularak onlara sadaka boyutunda verilen kar payı karşılığında, onların yardımı ile hedef ülke sömürülmektedir. Bir yandan birilerinin durumları iyileşirken, refah düzeyi artarken, diğer yandan ötekilerin durumları kötüleşmiştir.

Dünya sömürgecilik tarihinde; Fransa, İngiltere ve İspanya’nın çok önemli bir yeri vardır. Bunlardan Fransa ve İngiltere tarih boyunca sürekli rekabet ve mücadele hâlinde olmuşlardır. Avrupa’da sürdürdükleri savaş durumunu, koloniler kurmak veya sömürgeler oluşturmak için gittikleri topraklarda da devam ettirmişlerdi.

Kimi zaman İngiltere, kimi zaman da Fransa bu çatışma ve savaşlardan zaferle çıkmış ve sömürgeci kimliklerini iyice pekiştirmişlerdir. Fransa’nın sömürgeci bir güç hâline gelmesinin en önemli sebeplerinden biri sanayi devriminin yanı sıra şüphesiz Afrika’da ve denizaşırı topraklarda koloniler ve sömürgeler oluşturmasıdır.

Haçlı Seferleri’ne kadar büyük ölçüde içine kapalı bir şekilde yaşayan Avrupa, artan nüfus yoğunluğuna rağmen sınırlı toprağa sahip olmanın baskısı ve Akdeniz ile doğudaki Osmanlı hâkimiyeti arasında sıkışmasının sonucu açık denizlere yönelmişti. Portekizliler ve İspanyolların öncülüğündeki bu girişim sonucu keşfedilen yeni topraklar ve deniz yolları, 1494’te İspanya ile Portekiz arasında varılan Tordesillas Antlaşması ile paylaşıldı. Bu iki ülkenin yaklaşık bir asır süren rakipsiz dönemlerinden sonra 17. yüzyıldan itibaren Hollanda, Fransa ve İngiltere de sömürge arayışına çıktı.

İnsanlık tarihinde derin izler bırakan sömürgecilik, Batı uygarlığının bir ürünü olarak ortaya çıkar. Rönesans dönemiyle başlayan Avrupalılık bilinci, özellikle sanayi devrinin başlamasıyla birlikte yeni coğrafyaların keşfine zemin hazırlar. Avrupa kıtasında birbirleriyle sürekli savaş hâlindeki devletler büyümek, zenginleşmek ve daha güçlü olmak için yeni kaynaklar bulmak amacıyla önce Amerika kıtası ile uzak doğuya yönelirler. Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybetmeye başladığı dönemde ise, yeni topraklar arayışında olan bu Avrupa devletleri Afrika ile ilgilenmeye başlarlar. Böylece, Amerika, Hindistan, Uzakdoğu’da olduğu gibi Afrika’nın pek çok yerinde büyük ekonomik çıkarların söz konusu olduğu bir paylaşım mücadelesi başlar. Portekiz, İspanya, Hollanda, Danimarka, Belçika ve Almanya’nın önünde özellikle İngiltere ile Fransa Batı uygarlığının temsilcileri olarak kıta Avrupa’sında sürdürdükleri savaşları bu bölgelerde de devam ettirirler.        

UHA Haber Merkezi - ÖZKAN KARACA

BELEDİYELER

EKONOMİ